ÇALIŞAN ANNE VE ÇOCUK

Yazar : Prof. Dr. Norma RAZON, Eğitim Danışmanı – Pedagog

Dünya kurulalı beri kadın, ev kadınlığı ve annelik görevlerinin yanı sıra üretim alanında da bir takım görevler yüklenmiştir. Batıda sanayi devrimi ile fabrika sayısının artması, yeni makinelerin icadı, ev içi uğraşları hafifleten araç-gereçlerin piyasaya sürülmesi, kadına ihtiyaç duyulan yeni iş alanlarının açılması ve nihayet hayat şartlarının güçleşmesi, evin dışında çalışan kadın sayısının giderek artmasına neden olmuştur.

Savaş yıllarında Avrupa ülkelerinde pek çok kadın, erkeklerden boşalan iş yerlerine geçmiştir. Savaş bitince kadınların evlerine dönecekleri zannedilmişse de, kadınlar kamu hizmetlerinde ve sanayi kuruluşlarında çalışmaya devam etmişlerdir. Toplumumuzda kadının evin dışında çalışması oldukça eskidir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, küçük aile işletmeciliği şeklinde yapılan tarım, kadınla erkeğin birlikte çalıştığı bir üretim alanı olmuştur. (Tan 1979)

191 1-1923 yıllarında savaşlar nedeniyle, erkek nüfusunda meydana gelen azalma, aile ve toplum yaşamını sürdürebilmek için, kadınların evin dışında çalışmalarını zorunlu kılmıştır.

I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle binlerce kadın ev ve toprak işlerinde uzaklaşmış, fabrikalarda ve hastane, postane gibi kamu hizmetlerinde görev almıştır. Bu dönemde öğrenim gören kadın sayısının da artmasıyla, uzmanlaşmayı gerektiren alanlarda da kadınların çalışmaya başladığı görülmüştür.

Kurtuluş Savaşı sona erince, kadının iyi bir ev kadını, eş ve anne olarak evine dönmesi beklenmiştir. Ancak savaş yılları boyunca cephede ve cephe gerisinde erkeğin yanında yer alan kadın, Cumhuriyet kurulduktan sonra da çalışma hayatındaki faaliyetini sürdürmüştür. Cumhuriyet sonrası hızlanan kentleşme, sanayileşme ve göç gibi etkenler, sanayi kesiminde ve kamu hizmetlerinde çalışan kadın sayısını arttırmıştır. (Abadan-Unat 1979).

Günümüzde kadınların büyük çoğunluğu aile bütçesine katkıda bulunmak amacıyla çalışmaktadır. Ülkemizde yapılan araştırmalar kadınların sadece küçük bir yüzdesinin, meslek arzusu ve sevgisi ile çalışma hayatına atıldığını göstermektedir. Bizde aile hayatı sarsılınca, kadın, çalışma hayatından vazgeçmektedir. Bu durum yüksek öğrenim görmüş meslek sahibi kadınlar için de geçerlidir. Evlilik ve annelik, kadının işini bırakmasında veya çalışma hayatına ara vermesinde başlıca etkenlerdir.

Kadınların gerek vasıfsız işçi, gerekse meslek sahibi olarak çalışma hayatına atılmaları uzun süre hoş karşılanmamışsa da, ekonomik zorunluluklar ağır basmıştır. Kadının çalışmasının muhalefetle karşılanması, yalnız bizim toplumumuzda görülen bir olgu değildir. 1920’lerde bazı Batılı toplumbilimciler ve ruh hekimleri, kadının çalışmasının bir takım sorunlara yol açacağını ileri sürmüşlerdir. Aile düzeninin bozulması, boşanma oranının artması, kadınlar arasında suçluluk, alkolizm ve akıl hastalıklarının daha sık görülmesi gibi.

Evin dışında çalışmanın, kadın üzerindeki etkilerini inceleyenlerin yanı sıra, annenin çalışmasının çocuk üzerindeki etkilerini araştıranlar olmuştur. Bu uzmanlar annenin çalışmasının, çocuğun gelişiminde aksaklıklar yaratacağını, çocukta uyum ve davranış bozukluklarına yol açacağını savunmuşlardır. Bunlar annenin yokluğunda çocuk için uygun eğitim sağlamanın güçlüğüne değinerek annesi çalışan çocukların yalnız kaldıklarını ve ihmal edildiklerini iddia etmişler, annenin evin dışında çalışmasına karşı çıkmışlardır. Bir yandan yapılan araştırmalarla, annenin çalışmasının her zaman sakıncalı olmadığının anlaşılması, öte yandan kadının kazancıyla erkeğin gelirine katkıda bulunması, çalışan kadına karşı gösterilen olumsuz tepkinin zayıflamasına yol açmıştır. Bütün çabalara rağmen, bazı toplumlarda çalışan annelerin aleyhine yer etmiş olan önyargıların tamamen kaybolduğu söylenemez.

Annenin çalışmasının çocuk için zararlı mı, yararlı mı olduğu, uzun süre tartışmaya yol açan bir konu olmuştur. Bu konu zamanla biçim değiştirmiş, annenin çalışması çocuğu hangi hallerde, hangi alanlarda etkiler şekline dönüşmüş ve 1920’lerden bu yana pek çok araştırmaya yön vermiştir. Bu araştırmalarda, annenin çalışmasının çocuğun sağlığı, gelişimi, davranışı ve kişiliği üzerindeki etkileri incelenmiştir.

Annenin evin dışında çalışmasından ötürü çocuğundan uzak kalması, her ne kadar anneden mahrumiyet ve anneden ayrı kalma kadar çocuğu etkilemiyorsa da, çocuğu ruhsal gelişimini aksatabilir. Çünkü çalışan anne genellikle yorgundur, ev işlerini halletmesi gerektiğinden çocuğuna yeterince vakit ayıramayabilir. Oysa çocuğun ihtimam ve ilgiye ihtiyacı vardır. Başıboş ve denetimsiz bırakılan çocuk, kendini yalnız ve ihmal edilmiş hisseder, ihtiyaç duyduğu anne-çocuk ilişkilerini geliştiremez. Bu durum çocuğun gelişimini etkileyebilir, zira çocuğun çevresindekilerle kurduğu ilişkilerin temelinde de, davranışlarının kökeninde de, anne-çocuk ilişkilerinin izlerini bulmak mümkündür. Bilindiği gibi başlangıçta çocuk her şeyi anne yoluyla öğrenir, anne çocuğu, çocuk anneyi etkiler.

Annenin çocuğa gösterdiği ilgi ve şefkat, çocuğuna karşı tutumu, çocuk yetiştirme ideali ve disiplin anlayışı, anne-çocuk ilişkilerini etkilediği gibi, çocuğun gelişimini de, kişiliğini de etkiler (Semin, 1977).

Günün belirli saatlerinde, çocuğun annesinden ayrı kalması, yalnız bebeklik çağındaki çocuğu değil, gençlik devresine kadar her yaştaki çocuğu farklı şekilde etkileyebilir. Annenin çalışması, çocukta kırıklık ve güvensizlik, endişe ve karamsarlık yaratabileceği gibi saldırganlık, hatta suçluluğa yol açabilir. Ancak annenin yokluğunda, uygun eğitim ve sürekli denetim sağlandığı takdirde, sözü geçen bu olumsuz duygu ve davranışlardan hiçbiri çocukta görülmeyebilir.

Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, çocuğu etkileyen, ne annenin evin dışında çalışma süresi, ne de yedek bakıcı elinde büyümesidir. Onu etkileyen, annesi ile kurduğu ilişkinin niteliği, annesinin belli durumlardaki tutumu, annesi ile yaptığı işbirliği ve annesinin onda uyandırdığı güven duygusudur. Çocuk, ister çalışsın, ister çalışmasın annesinden ilgi, şefkat, destek ve teşvik bekler. Çocuğun bu beklentilerinden haberdar olan anneler, ev ve iş kadınlığı rollerinin yanı sıra analık görevlerini aksatmamak için büyük çaba harcarlar. Bu çaba bazılarında gerginlik ve suçluluk duygusu yaratır. Bu anneler çalıştıkları için çocuklarını ihmal ettiklerini düşünerek kendilerini suçlarlar. Suçluluk duygusundan kurtulmak için bazıları çocuklarına ılımlı bir disiplin uygularlar.

Bazıları ise, çocuklarının üzerine aşırı derecede düşerler, onu gerektiğinden fazla korurlar, evde kendisine hiçbir iş yaptırmazlar, hatta çocuğunun yapabileceği işleri bile kendileri yaparlar. Annenin bu tutumu, bazı hallerde çocuğun aşırı hassas, bağımlı ve çekingen olmasına yol açar, bazı hallerde de şımarık, asi ve dikbaşlı olmasına neden olur. Amerikalı Hoffman’a göre, bu tür anneler genellikle işlerinden memnun olan, işlerinde tatmin olan annelerdir; çalışma ortamında mutlu olduklarından çocuklarına karşı görevlerini yeterince yapamadıklarını düşünürler, kendilerini suçlarlar ve bu tür davranışlara yönelirler. Yine Hoffman’a göre bu annelerin çocukları, diğer çocuklara nazaran, daha az becerikli, daha az teşebbüs sahibi olurlar ve daha pasif davranırlar.

Bazı anneler de çocuğa, onun refahını ve mutluluğunu sağlamak için çalıştıklarını, mecbur olmasalardı çalışmayacaklarını sık sık söylerler, yorgun olduklarını ileri sürerek çocuğun bazı ev işlerine katkıda bulunmasını isterler, hoşgörülü davranmaz çocuktan yaşının üstünde olgunluk beklerler. Hoffman, bu annelerin de, çoğunlukla çalışmaktan hoşlanmadıklarını, iş ortamında tatmin olmadıklarını , hoşnutsuzluklarının bu tür davranışlara yol açtığını söyler. Bu annelerin çocuklarının da iddiacı olduklarını, annelerine karşı küskünlük duyduklarını, zaman zaman düşmanca tutumlara başvurduklarını kaydeder.

Bu iki davranış türü de çocuğun gelişimi açısından hatalı ve zararlıdır. İdeal olan, annenin sıcak ve samimi bir hava içinde çocuğunu yetiştirmeye çalışması, onun olgunlaşmasına yardımcı olması, onu bağımsız kılmaya çalışması, yapabileceği işlerde çocuktan yardım istemesi, belli bir disiplin çerçevesi içinde çocuğun sorunlarına eğilmesidir. Anne ne kadar yorgun olursa olsun, çocuğuna vakit ayırabilmeli, çocuğunun dertlerini dinlemeli, neden çalıştığını veya çalışmak zorunda olduğunu çocuğuna uygun bir dille anlatabilmelidir. Çocuk, anne ilgisinden yoksun büyümemeli, annesi veya annesinin yerini alan bir yedek anne (bir büyükanne, bir abla, bir komşu olabilir) tarafından denetim altında olduğunu, başıboş bırakılmadığını hissetmelidir.

Uzmanlar annesinden ilgi görerek büyüyen çocuklarda topluma kabul edilme, çevre tarafından sevilme arzusunun kuvvetli olduğunu, annesinden ilgi ve şefkat görmemiş olanlarda çevreye karşı ilgisizlik, içedönüklük, bencillik, toplumdan kaçma gibi duyguların daha çok görüldüğünü kaydederler. Biz de bir gecekondu bölgesinde gerçekleştirdiğimiz bir araştırmada, annesi çalışan ilkokul çocuklarının, özellikle sınıf içinde, annesi çalışmayanlardan daha silik olduklarını ve çekingen davrandıklarını gözlemledik (Razon 1979).

Aynı araştırma sırasında, annesi çalışan çocukların okul başarılarının, annesi çalışmayanlardan daha düşük olduğunu gördük. Bu başarısızlığın ilkokul birinci sınıfta daha belirgin olduğunu ve yaşla azaldığını saptadık. Annenin çalışmasının çocuğun okul başarısını doğrudan doğruya engellediği söylenemezse de, annenin çalışmasının yarattığı (vakitsizlik, yorgunluk, ilgisizlik gibi ) sorunların bu başarısızlığa yol açtığı söylenebilir. Annesi çalışan çocukların çoğunluğu okul dönüşü kendilerini karşılayan, dertlerini dinleyen, okul durumunu merak eden bir anneden yoksundurlar. Oysa özellikle öğrenim hayatının ilk yılında, aileden kopup okul ortamına atıldığı ilk gönlerde çocuğun ders yaparken yardım ve kontrole, hiç değilse desteğe ihtiyacı vardır. Ayrıca, çocuk okul dönüşü dertleşebileceği, okulda olanları anlatabileceği birini arar. Bu dönemde çocuk şefkat gösterileri kadar, annesinin okul durumu ile ilgilenmesini bekler. Bu ilgi, çocukta başarılı olma arzu ve çabasını kamçılar, bu ilginin olmadığı hallerde başarının düştüğü görülür.

Aynı araştırmada çocukların bir kısmının, ailenin geçimi, kiranın ödenmesi, alış-verişin yapılabilmesi için, annelerin çalışmak zorunda olduğunu bilmesine rağmen, annelerinin çalışmasından ötürü mutsuz olduğu görülmüştür. Genellikle annenin çalışmasından kız çocuklarının, erkek çocuklarından daha şikâyetçi oldukları da dikkati çekmiştir. İncelenen bu çocukların okul döneminde olduğu gibi, okul öncesi dönemde de, anne ihtamam ve ilgisinden yoksun büyüdükleri, doğdukları günden beri kendileri ile yeterince ilgilenemeyen, sadece acil ihtiyaçlarını karşılayabilen çalışan bir anneye sahip oldukları göz önünde tutulursa, bu çocukların neden mutsuz oldukları anlaşılabilir. Ancak annesi çalışan bütün çocukların mutsuz oldukları söylenemez. İşlerinin arasında annelik görevine öncelik tanıyan, çocuklarına ayırdıkları süre içinde onlara yeterli ilgiyi gösteren anneler de vardır. (Yörükoğlu, 1978).

Ülkemizde çoğunlukla ekonomik zorunluluk nedeniyle çalışan kadının güçlüklerle karşılaştığı bir gerçektir. İşinden genellikle yorgun dönen kadını evinde bekleyen pekçok iş vardır. Yemek pişirmek, çamaşır yıkamak, temizlik yapmak gibi. Bizde ev işlerini hafifleten makinelerin çok pahalı olması, bu makinelerden yararlanma olanağının az olması, çalışan kadının zamanının büyük bir kısmını ev uğraşlarına ayırmasına neden olmaktadır.

Çalışan annenin ev sorumluluğunun yanı sıra, bakım ve ilgi bekleyen bir veya daha çok çocuğu vardır. Çalışan anne ev işlerinin yanı sıra çocuğunun ihtiyaçlarını karşılamak, sorularını cevaplandırmak, okul durumu ile ilgilenmek zorundadır. Eğer çocuğunun bakımında kendisine yardımcı olabilecek bir yakını veya akrabası yoksa, çocuğunun bütün sorumluluğunu tek başına yüklenmek zorunda kalacaktır. Bu da zaten yorgun ve tedirgin olan çalışan annenin huzursuzluğunu daha da arttıracaktır.

Türkiye’de çalışan kadına verilen doğum izninin kısalığı, işyerlerine ve devlet kuruluşlarına bağlı gündüz bakımevlerinin azlığı, çalışan annelerin çocuk bakımında büyük zorluklarla karşılaşmalarına neden olmaktadır. Eğer küçük yaşta çocuğu olup çalışmak zorunda olan anneler, yarım gün çalışma olanağını bulabilselerdi ve çalıştıkları süre içinde çocuklarını bilgili bakıcıların ve yetenekli eğitimcilerin denetimindeki kurumlara bırakabilselerdi, çocuklarının bakımına ilişkin sorunlarının büyük bir kısmı çözümlenmiş olacaktı.

Ancak ücretsiz kreş ve bakımevi sayısının çok az olması, özel kreş ve anaokullarının da çok masraflı olması, çalışan annenin sorunlarına çözüm getirememektedir.1974 yılı istatistiklerine göre Türkiye’de 6’sı devlete ait olmak üzere, toplam 138 anaokulu bulunmaktaydı. Bu okullara kayıtlı öğrenci sayısı da 5727 idi. Buna karşılık 1973 yılı istatistiklerine göre Türkiye’de 6 yaşın altındaki çocuk sayısı 7 milyona yakındı (Çitçi, 1979).

1975 nüfus sayımına göre çalışan kadın sayısının yaklaşık 6 milyon olduğu düşünülürse, elimizde çalışan anne ve annesi çalışan çocuklara ait sayısal veri bulunmamasına rağmen, çalışan annelerin büyük bir bölümü için yuva ve anaokullarından yararlanmanın mümkün olmadığı ortaya çıkmaktadır. Çocuğun bakımı, çalışan annenin en önemli sorununu oluşturmaktadır. İş saatlerinde çocuğunu bırakacak uygun kurum bulamayan anneler, ailenin yaşlılarından veya ailenin büyük çocuklarından yardım beklerler. Bazı anneler çocuklarının bakımını çok erkenden bir büyükanneye devrederler. Ekonomik durumu iyi olan anneler ise, bakıcı tutarak bu sorunlarını çözümlemeğe çalışırlar. Ancak sözü edilen bu çözümlerin ne kadar sağlıklı olduğu tartışılabilir.

Büyükanne tarafından bakılan, anne ve babadan uzak büyüyen çocukların zamanla ailelerinden soğudukları, anne ve babadan uzaklaştıkları, aile ortamına uyum sağlamakta güçlüğe uğradıkları görülmüştür. Bakıcı elinde büyüyen çocukların sorunu ise tamamen farklıdır. Yapılan incelemeler göstermiştir ki, bu bakıcılar genellikle bilgili ve uzman kişiler değildir. Oysa, annenin çalıştığı sırada onun yerini alacak olan bakıcının iyi seçilmesi; bakımın devamlı ve istikrarlı olması şarttır. Sık sık bakıcının değişmesi, çocuğun bilgisiz bakıcıların elinde büyümesi, çocuğun gelişiminde aksaklıklar yaratmaktadır. Gelişmiş ülkelerde, çocuğa önem verilen toplumlarda, annesi çalışan çocuğun bakım ve eğitim sorununu çözümlemek için bakım evleri ve ana okulları açılmış, iş yerlerinde kreş ve yuvalara yer verilmiştir.

Bizde de çalışan annelerin, çalışma saatleri boyunca çocuklarını güven içinde bırakabilecekleri bu tür kurumların açılması ve yaygınlaştırılması şarttır. Kalabalık aile tipinden küçük aile tipine geçildikçe, çalışan kadın sayısı arttıkça, bu kurumlara duyulan ihtiyaç ve bunların önemi daha da artacaktır. Bu nedenle kreş, bakımevi, yuva ve anaokulu açmak ve bu kurumlarda bilgili ve yetenekli eleman çalıştırmak, devletin ve iş adamlarının kaçınılmaz görevlerindendir. Bu tür kurumların açılması ve yaygınlaştırılması bir yandan çalışan annenin önemli sorunlarından birine çözüm getirirken, bir yandan da çalışan kadınların daha verimli olmalarını sağlayacaktır. (Erdoğan, 1972).

Anneleri çalışan okul öncesi dönemindeki çocukların bakım sorunlarını çözümlemeye çalışırken, okul dönüşü annelerin yokluğunu şiddetle hisseden annesi çalışan okul çağındaki çocukların bakım ve denetimi için de bazı çareler düşünülmelidir. Bu çocukların okul dönüşü gidip ders çalışabilecekleri, kitap okuyabilecekleri çocuk kütüphaneleri ve boş zamanlarında gidip orada kendileri ile ilgilenen bir eğitimci bulabilecekleri çocuk kulüpleri açılabilir. Yine bazı beceriler kazanabilecekleri, bir meslek edinerek hayata hazırlanabilecekleri atölyeler açılabilir. Küçük gruplar halinde ve uzman bir eğitimcinin denetiminde çocukları bu şekilde toplamakla, günün belirli saatlerinde anneden ayrı kalan bu çocukları, hem sokağın kötü etkilerinden kurtarmak, hem de annenin eksikliğinin çocuk yönünden yaratacağı sorunları azaltmak ve işi başında bulunan anneyi huzurlu kılmak mümkün olabilir.