BEN DE YILDIZLARA GİTMEK İSTİYORUM

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

Ölüm her canlının hayatında doğal ve kaçınılmaz bir olgudur. Üzerinde hakimiyet ve kontrol sağlayamadığımız bu gerçekle yüzleşen çocuk, ergen veya yetişkin çaresizlik duygusuyla başbaşa kalır. Bu acıklı deneyimi yaşayan insan, endişe ve kaygıyı yenmek için savunma mekanizmalarını kullanır. Bilinçli veya bilinçsiz,en sık kullanılanı da ölümü reddetmek, kabullenmemektir.

Çocuğun ölüm kavramını nasıl algıladığı ve değerlendirdiği 1940’ların sonlarına doğru araştırılmaya başlanmış, araştırmalar sonucunda bilişsel gelişim ile ölüm kavramını algılama arasında önemli bir ilişki olduğu saptanmıştır.

Ölüm, tezatlar içindeki yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır. Ölüm ile yüzleşen çocuk, kayıp sürecinde ve gelecekte duygusal ve davranışsal sorunlar yaşama riski taşır. Bu yüzden de,doğal olarak oluşan kaygı ve endişeyi yenmek için, yetişkinlerin, öğretmenlerin, pedagog ve psikologların yardımına ihtiyaç duyar.

Ölüm hakkında konuşmaktan çekinen anne-baba, çocukta bu tabu hakkında merak uyandırır, ardarda gelen sorularla karşılaşır. İşte bu noktada verdiği cevaplar, çocuktaki bilişsel ve duygusal yapının doğru veya yanlış oluşmasında etkili olur.

Smilansky’e göre, çocuk ölüme iki ayrı açıdan yaklaşır:

1) Bilişsel Yaklaşım: Çocuk, “ölüm nedir, ölüm ve yaşam arasındaki ilişki nedir, ölen kişi bütün yaşam özelliklerini kaybeder mi?” gibi sorulara cevap arar.

2) Duygusal Yaklaşım: Çocuk, “yakını ölen biri ne hisseder, gömüldükten sonra ölen ne hisseder, ölümden kim sorumludur?” gibi sorulara cevap arar.

Çocuk bu soruların cevaplarını çevresindeki yetişkinlerin yardımıyla öğrenir. Gerçek, fanteziler kadar ürkütücü olmayabilir. “Ölen gökyüzünde, yıldızlarda, Allah Baba’nın yanında, uyuyor”, şeklindeki açıklamalar çocukta fantazilere ve yetişkinin tahmin edemeyeceği düşüncelere yol açabilir. Burada bazen eksik olsa da yanlış açıklamaların yapılmaması önemlidir. Ölümü kendi kafasında çözümleyemeyen bazı anne-babalar çocuğun sorularına duygusallıkla cevap verebilir ve yukarıda sözü edilen fantezilere neden olabilirler, bu cevaplar hem kendi duygularını koruyucu niteliktedir, hem de çocuğu tatmin etmekten uzaktır.

Ölümün çocuk tarafından algılanması, bilişsel gelişimine ve yaşına göre farklılık gösterir:

1) 0-2 yaş dönemi: Ayrılığı ilkel düzeyde anlayan çocukta ölüm kavramının da ilkel temeli oluşur. Bu yaşta somut bir ölüm kavramının olmadığını belirten uzmanlar, çocuğun, yaşadığı ayrılık deneyimlerinin sonundaki var olmama ile ölüm arasında bir ilişki kurabildiğini savunurlar. 2 yaşına doğru süreklilik kavramı gelişmeye başlasa da, çocuğun bağlandığı kişiden sürekli olarak ayrılması ile geçici olarak onu kaybedip bulması arasındaki farkı algılamaya başlasa da, ölüm olayını çok iyi anlayamaz, ancak ayrılık anksiyetesi yaşar. Kısa ayrılıklarda çocukta ağlama, aşırı hareketlilik gözlenirken, uzun ayrılıklarda kilo kaybı, yeme bozuklukları, apati, gelişim gecikmeleri gözlenmektedir.

2) 3-5 yaş dönemi: Canlı bir varlığın hareket ettiğini ve ses çıkardığını fark eden 3-4 yaşlarındaki çocuk, hareket etmeyen bir böcek veya kuş gördüğünde, hareketsizliğinin nedenini sorar. Ölümü yaşamın başka şekli gibi algılayan çocuk, hareketsizliği ve uykuyu ölüm ile karıştırır. 5 yaşına kadar çocuk, ölümü geçici ve geri dönülür bir olay gibi algılar. Ölen kişi onu duymakta ve görmektedir. Ölümü geri dönüşü olan bir ayrılık veya çok uzaklara gidiş olarak algılayan çocuk, beklenti içine girer. Bu da çocuğun ölen kişiden kopmasını zorlaştırır. Benmerkezci olan bu yaş çocuğu, ölümü kendisine verilen bir ceza veya kötü davranışının sonucu gibi algılar.

3) 6-10 yaş dönemi: 6-10 yaşları arasında çocuk ölümün geri dönülmez, kaçınılmaz olduğunu ve sona erme olgusunu içerdiğini algılamaya başlayan çocuk, benmerkezci düşüncenin azalması ve bilişsel becerilerinin artmasıyla ölüm kavramına daha gerçekçi yaklaşır. 9-10 yaşlarında artık yerleşen zaman, mekan, nicelik ve nedensellik gibi kavramlar sayesinde çocuk, ölüm ile yaşamı mantıksal temelde ayırt edebilir.

Ölenin kaybına bir neden bulabildiği ve bunu kavrayabildiği zaman ancak kendi suçluluk duygusundan uzaklaşabilir, ölümün ona verilen bir ceza olmadığı sonucundan ve çevresini suçlamaktan kurtulabilir. 9-10 yaşlarında ölüm kavramının, yetişkin düzeyine ulaştığı görülür.

Günün birinde çiçeklerin, hayvanların ve insanların ölümünün çarpıcı gerçekliğini deneyimleyen çocuğa ölüm nasıl açıklanmalıdır?

Çocuğa bu tür haberler verileceği zaman ortam mümkün olduğu kadar dikkatli seçilmelidir. Bir bahçe veya parkta, doğadan örnekler verilerek, ”öldü” sözcüğü kullanılarak, çocuğa yaşam ve ölüm açıklanabilir.Ölümü açıklayanın inancı ne olursa olsun, ölen gökyüzünde, yıldızlarda, uyuyor, Allah Baba’nın yanında veya başka bir insanın vücudunda yeniden doğacak gibi açıklamalardan kaçınılmalıdır. Yakınını kaybeden çocuğun ağlamasına izin verilmeli, acısını ifade biçimine saygı gösterilmelidir.Yetişkin kendi duygusunu paylaşmalı, gözyaşını gizlememeli ve çocuğa sıkıca sarılmalıyı ihmal etmemelidir. Yetişkin o anda çocuğa güçlü görünmek, duygusunu bastırmak zorunda değildir. “Büyükbaban öldü, artık nefes almayacak, kalbi atmayacak, yürümeyecek, yemeyecek, acı duymayacak,hiçbirşey hissetmeyecek” şeklinde konuşmak, duygu paylaşmak, ölen kişinin resimlerine bakmak, çocuğun bilişsel düzeyde ölümü anlamasına yardımcı olur.

Çocuk cenaze törenine gelmeli mi?

Bir çok yetişkin tören sırasında kontrolünü kaybetmekten,çözülmekten, ağlamaktan, başkalarının söyleyeceklerinden ve başkalarıyla karşılaşmaktan korkar. Ne yazık ki, acıdan ve sonunda yaşanacak aşırı tepkilerden korkmak, çocukları da incitme korkusunu içerir. Mevlutlar ve okunan dualar hakkında çocuğu bilgilendirmemek, o sırada yaşanan duyguları bastırmak, hem kendine hem çocuğa haksızlıktır. Çocuğun cenaze törenine katılıp, katılmaması, yaşına, özelliklerine, isteğine ve ailenin kararına bağlıdır. Yakınını kaybeden çocuk, ergen ve yetişkin,

1) şok ve uyuşma

2) inkar ve reddetme

3) özlem, kırgınlık ve öfke

4) üzüntü ve umutsuzluk,

5) yeniden yapılanma şeklindeki yaş evrelerinden geçer.

1. Şok ve Uyuşma: Ölümü konduramama ve gerçeği algılayamama, uyuşukluk ve karmaşa hissetme evresidir. Bazı insanlar bu evrede ağlayamaz. Çocuğun ilk anda tepki göstermemesi, ana-babaların ve diğer yetişkinlerin akıllarını karıştırır. Çocuğun ağlamamasından anne baba endişe duyar, oysa ilk anda ağlamamak, yetişkinlerde de izlenen doğal bir şok davranışıdır. Ölüm, adım adım kabul edilecektir. Bu süreç, zor durumlarla başa çıkmayı kolaylaştıran yararlı ve gerekli koruyucu bir mekanizmadır.

2. İnkar ve Reddetme: Gerçeği inkar etme, algılayamamaktan çok algılamayı reddetmekdir, kaygıyı azaltır.

3. Özlem, Kırgınlık ve Öfke: Özlem: günlük kucaklaşmalardan, kaybedilen kişiyle birlikte olmanın sağladığı güven duygusundan, ödevlerinde yardım almaya, beraber televizyon izlemeye kadar pek çok şeyi kapsar. Kendinden farklı, kayıp yaşamamış çocukların yaşantısını görüp kendi yaşayamadıklarını kavradıkça, özlemin acısı daha da artar. Çocuk, bazen yetişkini tedirgin etse de, fotoğraflara tekrar tekrar bakmayı, kaybettiği yakını hakkında anılar duymayı isteyebilir. Bunları sağlamak, duyulan özlemi bir süre azaltabilir. Küçük çocuklar duydukları üzüntüyü, özlemi, öfkeyi açık biçimde gösterirler, tekme atarlar, itip kakarlar. Ölümü kişileştirerek, sevdiklerini aldığı için ölüme kızarlar, bu olayın olmasına izin verdiği için Tanrı’ya kızarlar, bu olayı engelleyemedikleri için diğer yetişkinlere kızarlar, ölümü engelleyemedikleri için kendilerine kızarlar. Bu dönemde öfkeyi dışa vurmanın uygun yolları aranmalı ve çocuğun duygularını dile getirmesine fırsat verilmelidir.

4. Üzüntü ve Umutsuzluk: Özellikle çok küçük çocukların üzülme süresi daha kısadır, genellikle uzun bir dönem boyunca da üzüntü duymazlar. Ancak üzüntü başka biçimlerde ortaya çıkabilir. Başkalarından uzaklaşarak, kendi başına kalarak, içine kapanarak üzüntü yaşanabilir. Çocuklar anne-babalarını üzmemek için de üzüntülerini göstermeyebilirler. Bazen ağladıklarında, kaybettikleri kişi için değil de başka nedenle ağladıklarını öne sürerler. Bu süreç, gerçek yasın yaşandığı, geri dönüşün olmayışının ve sona ermenin kavrandığı dönemde yaşanılan umudun, beklentinin bitmesidir..

5. Yeniden Yapılanma: Duyguların daha çok konuşulduğu, ölen kişiye veda etme gereğinin duyulduğu, özlemin bitmeyeceğinin, üzüntünün her saniye yaşanılamayacağının anlaşıldığı, dışa dönmenin yaşandığı, hayatın ölen kişi olmadan da güvenli şekilde devam ettiğinin kabulü ile karmaşık duyguların yaşandığı dönemdir. ”Hayat devam ediyor, kaybettiğimiz birey bizimle olsa da olmasa da!”

“Hayat geçmişe bakarak ve ileriye doğru yaşanılarak anlam kazanır” (Kiegard). Şimdiyi, gerçeği “sevgi” ile yaşayalım.